Mâtürîdîlerin Hüsün-Kubuh Meselesindeki Özgünlük İddialarına İlişkin Bir İnceleme


Şavluk H., Efe M. E.

Bingöl Üniversitesi İlahiyat FakültesiDergisi, no.25, pp.39-57, 2025 (Peer-Reviewed Journal)

Abstract

The rationality of good-evil, which is one of the fundamental issues of theology and the methodology of jurisprudence, is important in terms of ontologically and epistemologically shaping the sects’ conceptions of divinity and prophethood. n the debates between the Muʿtazilites and the Ashʿarites in the mutaqaddimūn period about good-evil, which took place based on the distinction between rationality and sharīʿah, the Muʿtazilites thought that good-evil could be known and affirmed by reason, while the Ashʿarites argued that sharʿī declaration was necessary for its confirmation. The Hanafīs, who had similar views with the Muʿtazilites before adopting Māturīdism, revised their acceptance of the issue of good-evil after their conversion to Māturīdism. The Hanafī-Māturīdīs made this revision by criticizing the principles of salāh-aslah and reason as the ruler, which were at the heart of the debates. One of the later Māturīdīs, Sadr al-Sharīʿa (d. 747/1346) subjected the two sides of the debate, the Muʿtazilites and the Ashʿariyya, to a detailed and precise criticism and revealed the position of the Māturīdīs on the issue of good-evil in his work on the methodology of fiqh, al-Tawdīḥ. This criticism, which Sadr al-Sharīʿa built on four propositions, gained wide popularity among later theologians and methodologists and became known as “Muqaddimāt al-Arbaʿa / Four Propositions”. In this study, Sadr al-Sharīʿa’s original approach on behalf of the Māturīdīs on the issue of good-evil is analyzed in comparison with early Hanafī jurisprudence texts and the meaning formed through these texts is analyzed by using the method of discourse analysis. As a result of the analysis, it is determined that the Hanafī discourse until the 5th/11th century underwent a transformation in the later period that separated from Muʿtazilism and approached “Sunnism”.

Kelâm ilminin ve fıkıh usulünün temel meselelerinden olan hüsün-kubhun aklîliği meselesi, mezheplerin ilâhiyyât ve nübüvvât tasavvurlarını ontolojik ve epistemolojik olarak şekillendirmesi bakımından önemlidir. Mütekaddim dönemde Mu‘tezilîler ile Eş‘arîler arasında aklîlik – şer‘îlik ayrımı temelinde cereyan eden hüsün-kubuhla ilgili tartışmalarda, Mu‘tezilîler hüsün-kubhun akıl ile bilinebileceği ve sabit olacağı düşüncesindeyken Eş‘arîler sübut için şer‘î bildirimin gerekli olduğunu savunmuşlardır. Mâtürîdîliği benimsemeden önce Mu‘tezile ile benzer görüşlere sahip olan Hanefîler, Mâtürîdîliğe geçiş sonrasında hüsün-kubuh meselesindeki kabullerini gözden geçirerek bir revizyona tabi tutmuşlardır. Hanefî-Mâtürîdîler bu revizyonu tartışmaların temelinde yer alan salah – aslah ile aklın hüküm koyucu olması prensiplerini tenkit ederek yapmışlardır. Müteahhir Mâtürîdîlerden Sadrüşşerîa (öl. 747/1346) tartışmanın iki tarafı olan Mu‘tezile ile Eş‘ariyye’yi ayrıntılı ve dakik bir tenkide tabi tutarak Mâtürîdîlerin hüsün-kubuh meselesinde nasıl bir pozisyon aldığını et-Tavdîh adlı fıkıh usulü eserinde ortaya koymuştur. Sadrüşşerîa’nın dört önerme üzerine inşa ettiği bu tenkit, sonraki kelâmcı ve usulcüler arasında geniş bir şöhret bulmuş ve “Mukaddimât-ı Erba‘a / Dört Mukaddime” adıyla anılır olmuştur. Bu çalışmada, Sadrüşşerîa’nın hüsün-kubuh meselesinde Mâtürîdîler adına ortaya koyduğu özgün yaklaşım erken dönem Hanefî usul metinleri ile mukayese edilmiş, bu metinler aracılığıyla oluşan anlam söylem analizi yöntemi kullanılarak incelenmiş, inceleme sonucunda 5./11. yüzyıla kadarki Hanefî söylemin müteahhir dönemde Mu‘tezilîlikten ayrılıp “Sünnî”liğe yaklaşan bir dönüşüme uğradığı tespit edilmiştir.