in: Sosyal Bilimlerde Güncel Araştırmalar, Prof. Dr. Selçuk İpek,Prof. Dr. Cüneyt Kılıç, Editor, Ekin Yayınevi, Bursa, pp.329-338, 2021
India and the geography to which it belongs, called Southeast Asia are one of the dirtiest regions in the world.
Due to the countless source of man-made environmental degradation, ecosystem and human health are in danger.
Result of this degradation, the globe may face serious threats. These threats are not only concerned with some
fields like ecology but also became a subject for environmental security or political science. This study aims to
make these environmental threats measurable dimensions visible and prove that India’s attitude on the national,
regional, global scale in a frame of environmental security. Besides that, the study has developed theoretically
with the contributions of the international agreements (e.g. Non-Proliferation of Nuclear Weapons) and official
documents (e.g. Forest Law). The study has a qualitative research method as document analysis. The analysis
has been supported by processing data in the frame of the context. As a result of the study, the outcome showed
us that India has insufficient effort to overcome the degradation. On the international scale, the Indian
government seems like blowing off its responsibilities about environmental objectives as a developing country.
On the other hand, on the regional scale, India follows its self-benefit in a realpolitik sense. In turn to national
scale, non-state actors (such as NGOs or capital) don’t show interest in environmental issues. All these shreds of
evidence show that current policies and practices are not enough to overcome environmental problems in India
and Southeast Asia.
Güneydoğu Asya ve içinde yer alan Hindistan coğrafyası, kirliliğin dünyada en dazla olduğu bölgelerden birisi
olarak gösterilmektedir. İnsan kaynaklı çok sayıda kirlilik kaynağı, giderek artan bir ölçüde ekosisteme ve insan
sağlığına yönelik etkilerini ağırlaştırmaktadır. Meydana gelen çevresel bozulmalar neticesinde yerkürenin çok
ciddi tehditler ile karşılaşma ihtimali giderek artmaktadır. Bahsi geçen bu çevresel tehditler, yalnızca ekoloji gibi
bilim dallarının konusu olmaktan çıkmış, siyaset bilimi ya da çevresel güvenlik gibi farklı çalışma alanlarının da
inceleme nesnesi haline gelmiştir. Bu çalışma da esas itibariyle bahsi geçen bu çevresel tehditlerin ölçülebilir
boyutlarını görünür kılmayı ve Hindistan’ın bu tehditler karşısında ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte, çevresel
güvenlik kapsamında nasıl bir pozisyon aldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bununla birlikte, çalışmanın
teorik zemini amaçlanan bulgulara erişmek için NPT (Non-Proliferation of Nuclear Weapons) gibi uluslararası
antlaşmalar ve Orman Kanunu gibi Hindistan’a ilişkin ulusal mevzuat hükümleri analiz edilerek
güçlendirilmiştir. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden döküman inceleme yöntemi kullanılmıştır.
Hindistan’ın ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte uygulama ve politikalarına ilişkin analiz, elde edilen verilerin
çevresel güvenlik bağlamında işlenmesiyle desteklenmiştir. Çalışmanın neticesinde bulgular, Hindistan’ın
yaşanan çevresel bozulmaların üstesinden gelmede yetersiz kaldığını göstermektedir. Elde edilen bulgular
neticesinde, gelişmekte olan bir ülke olan Hindistan’ın uluslararası boyutta çevresel meselelere karşı
sorumluluklarını göz ardı etme eğiliminde olduğu görülmektedir. Bölgesel ölçekte ise Hindistin hükümeti,
yaşanan sorunlara dair çözüm yollarında uzlaşmacı bir tavır yerine ulusal çıkarını ön planda tuttuğu bir realpolitik yaklaşımı benimsemektedir. Ulusal ölçekte de çevresel farkındalığın kazandırılması, politikalar
geliştirilmesi ve uygulanması gibi aşamalardan olmak üzere, atılan adımların neredeyse tamamının devlet eliyle
atıldığını söylemek mümkündür. Bunun yanında özel sektör ya da STK’lar gibi aktörlerin sürece katılımı yok
denecek kadar azdır. Tüm bu çıktıların da ortaya koyduğu gibi, Hindistan’ın mevcut yapı içerisinde sebep
olduğu, karşılaştığı ve ağırlığını giderek arttıran çevresel sorunlarla mücadelede mevcut politika ve
uygulamalarının yeterli olmadığı görülmektedir.