Paradigma Akademi, Çanakkale, 2022
Dünya üzerinde insanları diğer varlıklardan ayıran birtakım
özellikler bulunmaktadır. Bu özellikler sayesinde insanlar tarih
sahnesinde diğer varlıklara üstünlük sağlamış ve dünya üzerindeki
değişimlerde yönlendirici rolünü üstlenmişlerdir. Düşünce sahibi
olmak insanların diğer varlıklar üzerindeki en büyük ayrıcalığı
olarak düşünülmektedir. Duygular da insanların sahip olduğu
önemli bir öğe olmakla birlikte insanlara ayrıcalık kazandıran bir öğe
değildir. Hayvanların da duygularının olduğu bilinmekle beraber
insanınkinden farklı olarak kontrol edilebilirlik faktörü devreye
girmektedir. İnsanlar, duygularını kontrol edip yönlendirebilmekte
ve sonuçlarını önceden öngörebilmektedirler.
Çalışanlar, hizmet verdikleri örgütlerde olumlu ve olumsuz
duygular yaşayabilmektedirler. Yaşanan her olayın her bir çalışan
için aynı etkiyi göstermesi beklenmemektedir. Dolayısıyla her
çalışan, karşılaştığı etkiye de farklı tepkiler gösterecektir. Her ne
kadar çalışanlar değişik karakterli olmalarından dolayı farklı tepkiler
ortaya koyacaksa da örgütlerin çalışanlardan istediği, önceden
belirlenmiş davranış normlarının herkes tarafından uygulanmasıdır.
19. yüzyılda özellikle Kara Avrupa’sında felsefenin insan
odaklı anlayışı bilimsel disiplinlere de yansımıştır. Hem birey olarak
hem de toplumun bir parçası olarak değerlendirilen insan, Sanayi Devrimi’nin de kısıtladığı insan faktörünün değerini ortaya
çıkarmaya başlamıştır. 19. yüzyıl, felsefenin sosyoloji ve psikoloji
bilimleri ile birleştiği bir dönem olsa da örgütsel davranış konuları
hakkındaki çalışmalara 20. yüzyılda rastlamaktayız.
1924’te başlayan ve 1932’de sonuçlanan Hawthorne
Araştırmaları, psikoloji ve yönetim bilimi için oldukça önemli
sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların en önemlisi belki de insanın
duygusal bir varlık olduğunun bilimsel olarak anlaşılmasıdır. 20.
yüzyılın başlarında Hawthorne Araştırmaları’nın örgüt içerisinde
hizmet veren çalışanların psikolojik olarak değerlendirilmesine
olanak sağlamasıyla örgütsel davranış disiplini için oldukça ilgi geniş
çalışma alanları doğmuştur.
Farkında olsak da olmasak da davranışlarımızı, günlük
yaşamımızı duygularımız yönlendirmektedir. Çünkü insan; bireysel,
toplumsal, dinsel ve geleneksel normlar çerçevesinde duygularını
kontrol ederek onları yönlendirmektedir. Duygular, yaşamın her
anında yer almaktadır. Yaşanan her bir duygu, deneyimlerin sonucu
olabileceği gibi yeni deneyimlenen bir olayın da yaratıcısı
olabilmektedir. İnsanların sahip oldukları duygular; algıları,
davranışları ve sosyal ilişkilerini etkilemektedir. Söz konusu ilişki,
kişisel olacağı gibi örgütsel anlamda da etkili olmaktadır (SanzVergel vd., 2012; Frijda, 1986; Glomb ve Tews, 2004).
Örgütler, global iş yaşamındaki değişimlerden doğrudan
etkilenmektedirler. Değişimlere uyum sağlayabilen ve bu değişimleri
yönlendirebilen örgütler, sürdürülebilir rekabet ortamında söz sahibi
olabileceklerdir. Her örgütün bir ömrü olduğu düşünülecek olursa iş
dünyasındaki ömürlerinin uzunluğu ancak değişim ve dönüşüm
odaklı politikalar geliştirmelerine bağlıdır.
Örgütlerinde olumlu ve olumsuz duygular yaşayan
çalışanların duygularını yönlendirebilmeleri onlara sosyal
yaşamlarında oldukça büyük kazançlar elde etmelerine olanak sağlayacaktır. Davranışların yönlendirilebilmesi becerisi, bazen
duyguların da değiştirilebilmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda
duygusal emek her ne kadar bilim insanları tarafında zaman zaman
pozitif zaman zaman da negatif davranış olarak ele alınmışsa da elde
edilen kazanımlar dikkate alındığında pozitif bir davranış olarak
değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır.